24 Nisan 2009 Cuma

Her insan gibi geçmişime dair kimi pişmanlıklar taşıyorum ben de… yaşamasaydım, ya da keşke yaşasaydım dediğim pek çok şey… ya da geriye doğru büyük bir özlem, hatırlama… kimi zaman geride bıraktığım güzel günlerin hatıralarında kaybolmuş buluyorum kendimi, bazen hüzünlenip ağlıyorum. Biliyorum ileride de bugünler için aynı his ve iştiyak içinde olacağım.

Anladım ki ben an’ın zevkini alamıyorum.

Eskiye dair bir ilgimi canlandırdım bugün. Eski derken birkaç sene önceye aslında. Sevdiğim bir ruh hali ve dahası özlediğim zamanlar olduğu için adı “eski” oluverdi belki de.

Bahsettiğim kavuşmam, edebiyat okumalarım. Birkaç sene evvel özellikle divan edebiyatı ağırlıklı eserlere bir sevda başlamıştı bende. Ardından tarihi ve tasavvufi tarzı romanlara sarmıştım. Edebiyat lise yıllarında boş ve basit gelirdi bana her aklı havada gençlik gibi… Sonrasında bu büyülü âlemin sarhoşluğunda kayboluverdim işte. Bir müddet ara verdim meşgalelerden. Külleniverdi bu heyecan belki de.

Bugün yeniden uzun zamandır elime almadığım yarım kalmış bir kitapta aynı aşkı yakaladım. Üstü örtülmüş pek çok hatıra canlanıverdi gözümde. Gerilere gidiverdim birden. Yakın tarihlere ama derinlere, çok derinlere…

----------

Hava çok güzel…

Bu kış üzerimden atamadığım müzmin bünyesel kırgınlıklar, sürekli baş kaldırıyor. Yine halsizim, burnum tıkalı. Her kırgınlığım çilek’e de ateş olarak yansıdığı için, çok heves etsem de dışarı çıkmayacağım.

----------

Çilek yaşını geçtikten sonra bir hallerde...

Büyüdüğünü fark ettiriyor ki yakın zamanda gücünü hissettirecek bize. Bir bilirkişi demişti daha yeni doğduğunda. “Ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum, şimdi bedensel olarak seni yıpratıyor, büyüdükçe psikolojik olarak savaşacaksınız” diye.

Haklıymış…

Ağlıyor hem de çok. Her şeyi ağlayarak ama çok ağlayarak, kendini hırpalayarak ifade ediyor. Uyku alışkanlıklarımız bozuldu. Kendi uyumak istemiyor, dahası odada yalnız bırakılmak istemiyor. Yırtıyor ortalığı. Yatak başlığının bir yerini kemirmekten boyasını kavlatmış. Yatarken ağladığında emziği verince susardı. Şimdi kafasını sağa sola sallayıp daha da yükseltilmiş tiz bir sesle emziği ağzına sokmama engel oluyor. Şeş kaza kazanıp emziği tıktıysam sinirle çıkarıp fırlatıyor…

Emziğe karşı bunu yapan başka bir insan yavrusu var mı bilmek istiyorum…

Kısacası bu lastik parçası “susturucu” olma görevinin miadını doldurmuş sanıyorum.

19 Nisan 2009 Pazar

Aşk gibi birşey...


Geleceğini ilk haber verdiğin günü hatırladım da birden…

Kalbimin hızla ve delicesine çarptığını, yüzümüm kızardığını alev alev yandığını hissetmiştim. Olmuştu, biz de seçilmiştik işte. Gökten bir meleğin evimizi şereflendirmesi için müjdelenmiştik. Ne mutlu!


Heyecanla beklemeye başlamıştım sonra. Her günü her anı geri sayarak senin geleceğin kucağımı ısıtıp, kokunu evimize, her yere salacağın günü özlemle beklemeye başlamıştım.
Uzun sürdü bu bekleyiş, çok uzun, her gün hazırlandık heyecanla, beklerken hayal ettik, sabırsızlandık, acele ettik…





“Seneye bugün bir bıdık gezecek etrafta, Anne! Baba! Diyecek inşaAllah” dedik birbirimize, düşünmesi bile heyecan mutluluk ise şayet, kendisi nasıl bir huzurdur dedik gülümseyerek…

Ve sen bir yıl önce geldin…

Evimizi şereflendirdin, yüreğimizi ısıttın..

Sen büyüdükçe bir şeyler dinginleşti sanki hayatımızda,

Ben daha sabırlı, daha müşfik oldum, sen akıllandın uslandın…

Bir yıl nasıl da çabuk geçti… Evet buradan bakınca ne de çabuk geçti, ama gaz sancılarıyla sabahın 4’üne kadar ağladığın o gece, ilk aşını olduğun ve kucağımda inleyerek ağladığın o gün, mamanı yedirebilmek için arkanda dolandığım vakitler, uykudan ve yorgunluktan bitap olduğum ama seni uyutabilmek için ayağımda saatlerce salladığım zamanlar, kolikden durdurak bilmeden ağladığın akşam 6 ile 10 arası saatler … onlar hiç de çabuk geçmedi kabul ediyorum. Ama işte annelik bu değil mi? Bana bu şerefi işte bu nazlarınla vermedin mi nasılsa geçip gitmedi mi?

Bu bir yıla sığdırdıklarımızın hangi birisini yazsam, anlatsam… ne desem de sözlerim düşündüklerimi; yazdıklarım ise söylediklerimi tam anlamıyla karşılamıyor.

Ama sen varsın,

Sen gerçeksin,

Sen aşksın!

Yanağını yanağıma dayadığımda, başını omzumdan kaldırmayıp uzun uzun ve sessizce bana yaslandığında her şey anlamını, ifadesini buluyor bende tam manasıyla...

Artık bir yaşında kocaman bir çocuksun çilek kızım :) kucağımdan inmeyi, dünyayı keşfetmeyi öğrendin, o kadar çok şey var ki önünde, tanıyacağın koca bir hayat…


Bu bir yılı elimden geldiğince sana iyi bir örnek, iyi bir anne olmaya çalışarak, elimden geldiğince seni iyi yetiştirmeye gayret ederek, çabalayarak geçirdim. Eksiklerim, hatalarım, yanlışlarım oldu elbette. Ama ben de acemiyim, sen bu dünyaya nasıl ilk kez geldiysen, ben de seninle ilk kez anne oldum, daha iyisi olmaya, seni daha iyi yetiştirmeye gayret edeceğim her daim. Dilerim Rabbim hep güzellikler yaşatsın sana, kötüyü de tanıyarak ama hep uzağında tutarak, durduğun yerde en güzel en hayırlı en özel işleri yapmanı, kıymetini bilen insanlarla karşılaşmanı nasip etsin, seni O’nun rızasına uygun hayırlı bir evlat olarak yetiştirebilmemizi, insanlara hep faydalı olabilmeni, yol göstermeni nasip etsin

Rabbimin izniyle hep bizimlesin


İstediğimiz gibi beklediğimiz gibi bir evlat oldun bize, hep öyle kalasın,


iyi ki doğdun, iyi ki varsın, hep var olasın…

4 Nisan 2009 Cumartesi

Bahar Kelebeği




Havalar ısınmaya başladı, sabahları gözümü ilk açtığımda odanın içini pırıl pırıl ışıtan günışığını özlemişim…


Geçtiğimiz hafta anne günlerimden birinde dersten sonra kütüphaneye gittim, yol çok yoruyor beni, ama iki satır fazladan okuyacak olmak bile kâr geldiğinden sürüne sürüne de olsa gidiyorum işte. Neredeyse 6 yılım o yolları aşındırmakla geçti. Haftanın 6 bazen de 7 günü gittiğimi hatırlıyorum çalışmak için. Haliyle görevlilerle bir yakınlık hasıl oluyor, kütüphane eşrafıyla sıkı fıkı oluyorsunuz. Bu altıncı yılda bakıyorum da, bizim dönemin elemanları devrini kapatmış, yeni nesiller var kimseyi tanımıyorum, yaşlanmak böyle bir şey sanırım…


Bazen eskilerden tanıdık birilerine rastlıyorum ara sıra, çay içip laflıyoruz. Bu gidişimde fakülte zamanından bir erkek arkadaşı gördüm, yanımdan geçip gitti, dip tarafta oturduğum için kalkmak istemedim, dönüp yanıma geldi, mecbur kalktım lafladık biraz, yıllar ne kadar değiştirmiş onu, adam olmuş resmen… iki yaşında bir kızı varmış, şehir dışında oturuyor biliyordum “tez için araştırma yapmaya bir haftalığına izin aldım” dedi. Sonra “e. ve h. de burada” dedi. Nasıl ya!? oldum en yakın arkadaşlarım olurlar fakülteden ve ben o gün kütüphanede olduklarından habersizim, çok uzun zamandır görüşmemiştik üstelik. Hemen h.ye mesaj attım. Yeni çıktım dedi. Biraz sonra baktım e. arkamda. O erkek arkadaş gitmiş bulmuş onu söylemiş benim de orda olduğumu :) valla o olmasa birbirimizden haberimiz olmadan çıkıp gidecekmişiz Allah razı olsun :) neyse çok özlemişim arkadaşımı. Konuşacak o kadar çok şey birikmiş ki. Çıkışta Üsküdar’a kadar yürüdük. Yol boyu konuştuk. Eski günlere gittim birden. Yol bitti laf bitmedi. Formasyon almak için İstanbul’da. Derslerden bahsetti yeni sınıf arkadaşlarından. Tabi biz üstüne yıllar devirdiğimiz için yeni yetme geliyor sınıftakiler ona. Basit tavırlarını anlattı kimilerinin. “Beynim küçülecek diye korkuyorum” dedi bir ara. Saatlerce güldüm bu lafına :)


4 arkadaş çok yakındık biz fakültede. Hala da öyleyiz, araya mesafeler girince görüşemiyoruz o ayrı. İkimiz İstanbul’da ikamet ediyor. Diğer iki arkadaş da formasyon için buradalar. Yıllar sonra yeniden bir araya gelebilmenin heyecanındayız. Daha görüşemedik ama. Biz İstanbullu olanların iki bıdıkı olduğundan mütevellid uygun vakti ve hava koşullarını sabırsızlıkla bekliyoruz.


Geçen sene bu zamanlar heyecan içinde çileği bekliyordum. Gelmedi hala gelmedi, ne zaman gelecek, ay artık doğsa diye heyecanla beklemelerdeydim, vakit korkuturcasına hızla geçip gidiyor.


Hamile iken bir iki pantolona mahsur olmak ve spor ayakkabıdan başka bir şey giyememek, doğum sonrasında feminen tavırlara ani bir dönüş yapmama sebep olmuştu. Bir de nedense vücudumun hep öyle kalacağı bozulacağı yönünde endişelerim vardı her hamile gibi. Ama öyle olmadı 15 gün içinde şuandaki kiloma yani doğum öncesinin 5 kilo fazlasına iniverdim. Bir balon gibi söndüm adeta. Gözle görülür bir kayıptı tam 15 günde 15 kilo.


Herkes nasıl kilo verdiğimi sorup duruyor, ben bir şey yapmadım oysa. Metabolizmam ve belki yeni duruma alışma sürecim böyle gerektirdi.


Kütüphanede de arkadaşlar sürekli hiç çocuk doğurmuşa benzemediğimi tekrarlayıp durdular. Hoşuma gidiyor bu sanırım. Hatta e. “Hiç evli gibi durmuyorsun” dedi. Sanırım hayatımda bir şeylerin değişimi güzel olmasıyla birlikte ben eski özelliklerimi yitirmekten korkuyorum. Hiç doğru bir şey değil oysaki bu. Modern çağın insana kazandırdığı bir hastalık. Hasta bir düşünce itiraf ediyorum. Yaşıma göre daha genç duruyorum ve bundan da memnunum. Sanırım orta yaş bunalımını çok ağır geçireceğim :(


Ne diyecektim;


Yazın gelmesi benim için daha rahat giyinmek anlamına geliyor, spor ayakkabılarımın bir yıldan sonra açılışını yaptım. Canlarım benim çok özlemişim onları…


Not: foto gittiğim kütüphanenin bahçesinden, bir kaç sene önce çekmiştim.