17 Ocak 2009 Cumartesi

olabilir de olmayabilir de... garantisi yok!!

Bence atasözü değerinde bir cümle...

birşeyler yazıyorum çiziyorum burda, çilek şöyle yaptı, böyle etti. sanıyorum ki hep öyle devam edecek, çocuk bir gün, hatta yarım saat sonra sanki beni yalancı çıkarıyor. her anı her hali farklı, tam herşey düzene girdi, aman bu sefer iyi diyerek sevindirik olurken, biraz sonra bakıyorum herşey sil baştan. moral sıfır oluyor haliyle...

bir önceki postta bahsettiğim leziz muhallebi bu lafları bana ettiren...

hani demiştim çilek bayılıyor...

iki gündür yemiyor kardeşim, en sevdiği muhallebiyi yemiyor, tatlı kaşığı hesabı çorba içiyor, parmak ucu kadar meyve yiyor, babaannesinin sıktığı havuç- elma- portakal suyuna dadandı 1-2 gün, sonra ı ıh ona da burun kıvırıyor. her kaşığı ağzına sokuşumda "Allahım nolur bunu da alsın" diye düşünmekten, her akşam muhallebisini yapmak için mutfağa girdiğimde "Allahım nolursun muhallebiden bir kaç kaşık alsın sadece, razıyım" diye iç geçirmekten bıktım. ben böyle değildim yaa imdat!!! ne oluyor bize, sana ne oluyor çilek kızım !!

az önce oyun eğlence arası yediği muhalebideki peynir parçası iyi ezilmediği için, yarıya geldiği muhallebiyi kustu, üzerine, ellerine ayaklarına ve yere! hiç istifimizi bozmadık, kalan yarımın yarısını usul usul yemeğe devam edip, en sonunda donumuza kadar değişip el yüz sabunlayıp su içip uyuduk :(

--------

balık yedirmeye başlamak istiyordum, kendimce geç bile kaldım, tavuk tattık bugün, fena değildi tepkimiz, meyve suyu ile aramız iyiydi ama ona da annesi kabızlığı için doktorun verdiği pankreoflat granül kattığı için içmedi bugün, umarım tiksinti gelmemiştir kızıma :(

meyve suyunun şeker oranının yüksek olduğunu biliyorum, ama bu kızımın midesine inen nadir besin. ayrıca gün içerisinde o şekeri yaktığına yüzde yüz eminim zira o kadar hareketli ki! sürekli bir gayret, çaba, ıkınma, sürünme tepinme hali var ki izlerken benim nefesim kesiliyor, "yandı bitti az öne yediği iki kaşık besin" diye canım sıkılıyor oturduğum yerden. bu şeker eriyip gidiyor kesinlikle bünyesinden.

ek besinlere başladığımızdan bu yana emme sürelerimiz azaldı, buna bağlı olarak süt de azaldı. artık emerek beslendiğine inanmıyorum. o kadar kısa süre birlikteyiz yani...

12 Ocak 2009 Pazartesi

Yere oturdum. Koltuğun üzerindeki laptoptan bildiriyorum.
Çilek uzanmaya uğraşıyor yanımda dikilirken. Ayağını kaldırıp dizimin üzerine basıyor, yükseliyor, diğer ayağını da dizimin üzerine çıkarıyor ve laptopa uzanıyor. Var gücüyle tuşlara vuruyor.
Şimdi ikimiz birden bildiriyoruz…

Salı günü çilek için doktordaydık. Rutin kontrol. Artık eski doktorumuza devam etmeme kararı aldım, Günahı boynuna ama ahlakî olmayan bir tavır sergilediğini düşünüyorum. Belki hastanenin politikasını uygulamak zorundaydı bilmiyorum. Ama artık oraya devam etmeyeceğiz. Bir başka doktora gittik. Babamın çok yakın bir arkadaşı. Çileği biraz ufak buldu ama çok da önemsemedi. Boy 70 cm kilo 7.400. bu ay tam 400 gram almış. Çileğin son birkaç ay içerisindeki rekor artışı. Geçen ay sağlık ocağında tartılmıştı ve 300 gram aldığını öğrenmiştim. Bu ay free yöntem olarak adlandırdığım beslenme şekline geçmiştim. Yani her bulduğunu tattır yedir politikası. Çilek bu sürede ilk kestanesini, ilk aşuresini, ilk kek, cezerye tatlısı, fındık-fıstık-ceviz üçlüsünü, çayı, sirke ve turşu suyunu (ki kendisine bayıldı) tatmış oldu. Daha sayamadıklarım da bolca. Ayrıca düzenli olarak muhallebi yedirmeye başladım.
Favori muhallebi tarifimiz:
Bir tatlı kaşığı nişasta (ev yapımı)
İki tatlı kaşığı arı mama ya da evdeki hazır muhallebi tozlarından
Yarım su bardağı süt
Ocakta pişiriliyor, katılaştığında ocaktan alınıyor ve içine bir dolu dolu tatlı kaşığı labne peyniri ile yine dolu dolu bir tatlı kaşığı pekmez konup karıştırılıyor
Sonuç kelebek’in bile ağzını sulandıran bir tat.
Çilek kaşığa elimdeyken sarılıp ağzına götürüyor. Sabah ve akşam bu muhallebiden yapıyorum. Bir tam gün (yani bir akşam ve ertesi sabah) bu ölçüyü bitiriyor. Bazen sabahki bölüme yumurta da katıyorum sofrada.
Ayrıca kuşburnunu da çok sevdik. Onu da parmak hesabı yiyoruz ara ara.

Doktor kontrolümüze dönecek olursak:
Bu yeni doktordan çok değişik şeyler öğrendim. Her doktor ne kadar da farklı oluyor. ilk olarak prevaner aşısı hakkında bilgi almak istedim ki “bize de yeni geldi. İsterseniz yapalım” dedi. İlk dozunu ücretsiz olarak hem de özel bir hastanede vurulmuş olduk. Diğer iki dozunu da iki yaşına kadar olacak. İşin ilginç olanı doktorun bu noktada yaptığı açıklamalardı: Prevaner Avrupa’da yalnızca İsviçre’de yapılıyormuş. (ya da ilk orda çıkmış bu kısmı tam hatırlamıyorum, yalan olmasın) Sadece böbrek yetmezliği yaşayan veya lösemi olan çocuklarda uygulanıyormuş ki bu çocukların bünyesi pnömokok mikrobunu yenemiyormuş. “Zaten bu çocuklar için üretildi bu aşı” dedi. “Siz sormasaydınız ben hatırlatıp da vurma gereği duymayacaktım, bizim zorunlu aşı takvimimizde yok. Rotavirüs de aynı şekilde. Türkiye’de neden bu kadar yaygarası yapılıyor anlamıyorum, şimdi de ücretsiz yaptırılabiliyor, herhalde seçim propagandası” diye de eklemeyi de unutmadı. O an bu aşıyı yaptırmamız için aylarca baskı uygulayan eski doktorumuz geldi aklıma. Ücretsiz olacağını bilip de hastane elindeki aşıları bitirtmeye mi çalışıyordu acaba diye düşünmeden edemedim. (Doktor bu ısrarlı haller içerisindeyken ben bu aşının devlet tarafından ücretsiz vurdurulacağı duyumunu aldığım için önemsemiyor, her defasında sallıyordum)
Bu aşıyı yıllardır hatta geçtiğimiz günlere kadar ücretle hem de fahiş bir ücrete yaptırmış olan arkadaşlar geldi aklıma. İnsan evladı söz konusu olunca şartları ne olursa olsun imkânlarını zorlayıp parayı feda ediyor gözünü bile kırpmadan. Çünkü önemli olduğu söylenip duruyor. Doktorun ise bu aşının çok da gerekli olmadığını söylemesi içimi çok acıttı gerçekten.

Bir diğer önemli mesele ise inek sütü ve baldı. Doktor bal yedirmemde hiçbir mahsur olmadığını söyledi ve pekmez ile aynı sırada saydı. Süt için söyledikleri ise oldukça ilginçti. “1 yaşına kadar sütün yasak olması tamamen mama firmalarının politikası. Biz böyle bir şey savunmuyoruz. Biz sadece sırf inek sütüyle beslenme taraftarı değiliz. Yoksa bebeğin süt içmesinde hiçbir sakınca yok. Zaten mamaların da özü inek sütü. Sadece başka vitamin ve minerallerle desteklendikleri için inek sütünden daha iyi sayıyorlar kendilerini.” Dedi.

---------

Grip oldum
Aynı doktor gripin içmemde hiçbir sakınca olmadığını da söyledi
İçtim bir şey de olmadı gerçekten…

Hımmm bu doktor düşünce dünyamda bir ufuk açtı…

8 Ocak 2009 Perşembe

Günlerdir yazmak istediğim bir şeyler var, ama yazamıyorum
Anlatmak istediğim, kaydetmek istediğim çok şey var
Ama yapamıyorum

Bilgisayarın başına oturup, günlük hallerimizi, güzel geçen vakitlerimizi, karnımızı sıcak yemeklerle doldurup, sıcak evlerde eğlendiğimizi, geceleri sıcacık yatağımıza uzanıp, gerinip, uykuyu beklediğimizi anlatmaktan hayâ ediyorum.

Huzur içinde sokağa çıkıp, istediğimiz yerlerde gezip dolaşıp, canımızın çektiklerine erişip, istemediklerimizi burun kıvırıp elimizin tersiyle ittiğimizde, huzur içinde vakit geçirip, yorgun bir halde evimize geldiğimizde, yavrumuzu kucağımıza alıp ne olmadık hallerden şikâyet etmemizden utanıyorum.

Kızımı rahatça kucaklayabiliyor, onun için iyi şeyler hayal edip, güzelliklerden başkasını yakıştıramıyorum. Buna hakkım olduğunu düşünüyor, bunu engelleme girişiminde bulunacak her güçlüğe ve fâiline karşı kaplan kesilebiliyorum.

Filistin’deki bebekler
Gazze’dekiler
Onların da annelerinin kokusunu duymaya, şefkat dolu bir kucakta, sıcak bir ortamda karnını doyurmaya, sevgiye, ilgiye ihtiyacı yok mu, bir insan olarak buna hakkı yok mu?

Ya annesinin?
Oradaki bir annenin evladını korumaya, kollamaya, onu kucağına alıp öpüp koklamaya hakkı yok mu?
Bu hakkı onların elinden gasp eden zorbalar, zalimler, onlarında sıcak olmasını arzu ettikleri evleri, koruyup kolladıkları çocukları yok mu?
Allahım bu ne vahşet?? bu ne katliam?? bu ne vicdansızlık?? nasıl insanlık bu!???

Son insanı da katledene kadar durmayacak mı bu vahşiler, dahası onlar işlerini bitirene kadar sessiz kalmaya devam mı edecek bu dünya?

Ya sonrasında
Filistin diye bir halk, millet kalmadığında, bir gün biz evlatlarımıza “orada Filistin denilen bir millet vardı, artık yok” mu diyeceğiz utanmadan…

Geceleri çilek için uyandığımda pencereden dışarıya bakıyorum, sokakların sessiz, huzurlu, sakin haline… herkesin uykusunda olduğu saatlerde…
Şimdi diyorum Gazze ne halde acaba, sokaklarında işgalciler gürültüyle dolanıyor, insanları korku içinde, aç susuz, soğukta, elektriksiz… Ev bile denilemeyecek yıkıntılarda, korkuyla birbirlerine sarılmış titriyor, dua ediyor olmalılar. Çocuklar uyuyamıyordur, anneleri onları susturamıyordur, ağlıyorlardır, yiyecek bir şeyleri yok üşüyorlardır, her an bir bomba hayatımıza son verecek diye korkuyla bekleşiyorlardır…
Sonra gazetede gördüğüm o üç kardeş bebeciklerin resimleri geliyor aklıma, önlerinde feryat figan babaları…

Allahım orda yatan ya benim bebeğim olsa, o çığlıkları yüreğini yırtarcasına atan ya ben olsam… Düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyorum, ağlıyorum, hiçbir şey yapmadan oturuyor olduğum için kahrediyor, insanlığımdan iğreniyorum.

Günler böyle geçiyor işte, akşam ve sabah oluyor habire, sinirlerimin iyice bozulduğunu hissediyorum, dünyaya karşı bir nefret, tiksinti birikiyor boğazıma, yutkunmak bile bulandırıyor beni… hergün yeni ölenlerin, hergün yeni solmuş bedenlerin resimleri her yerde…
Allahım bu zalimleri durdur, bu zalimleri susadıkları bu vahşet denizinde boğ, elimiz bağlı oturduğumuz, göz yumduğumuz, koltuklarımızda rahatça yaslanıp yaşadığımız için bizi affet!!